Valenium
Skip
Valenium

LORE

NOT: Bu bölümdeki yazılı içerik, oyunun sunduğu deneyimin yalnızca çok küçük bir bölümünü yansıtmaktadır.

Yazıt 1
Bu asa kimsesiz Folki’ye aittir. Onu bulan her zaman mutlu olacaktır.

Yazıt 2
Folki sever, Folki korur, Folki bilir, Folki insanın gönlünden geçeni anlar. Sevgiyi ve aşkı yaşar.

Yazıt 3
Folki’yi üzenler lanetlenir. Bu asa her kullanıldığında Folki’yi üzenlerin kalbinde bir sancı başlar.

Yazıt 4
Gerçek bir yaşam olmayınca, onun yerini düşler alır. Bu yüzden Folki hep düşlerde yaşar.

Mavi asa iki aşığın hikayesini üzerinde taşır. Fakat sadece tekinin hataları yüzünden asla mutlu olamamışlardır.

Bir zamanlar iki aşık varmış. Birbirlerini sırılsıklam severlermiş. Bir tanesi birbirlerine kavuştuktan sonra aşkın biteceğine inanırmış. Onun şu sözleri hala asa üzerinde yazmaktadır. “Bilmek her şeyin sonu olur. Birini elde ettikten sonra çekicilik kaybolur. Bilmemek elde etme isteği uyandırır. Sis her şeye farklı bir güzellik katar.”

Kız elinden geleni yapar, erkeğe onu ne kadar sevdiğini söyler, onu asla bırakmayacağı ve ondan asla vazgeçmeyeceği yönünde yeminler eder. Fakat erkeğin kaybetme korkusu o kadar fazladır ki, aradaki sisin hiç kalkmamasını istemektedir.

En sonunda kız üzüntüden hasta düşer. Oğlan kızın hiçbir zaman aşkından hasta düştüğüne inanmaz. Bu yüzden kararından dönmez, en sonunda kız ölür. Oğlansa ömür boyu pişmanlık yaşar.

Herkes ne yaparsa yapsın pişman ölür. Belki yaptıklarından, belki de yapmadıklarından. Fakat yaşama şansını kaçırdığımız her an, daha fazla acı verir.

Asanın yanındaki harap olmuş günlük

…Başlarda 30 kişiydik. Derinlere indik. Ganimet azdı fakat çok değerliydi. Bulduklarımızın eşi benzeri yoktu. Herkes çok mutluydu ama daha fazlasını istediler. Aptallar. Hepsi aptal.

…Nasıl girdik buraya? Artık kimse hatırlamıyor. Çıkamıyoruz. Hava artık kirli. Geriye dönmeyi defalarca denedik. Karanlık aldı bizi. Yolu bulamıyoruz. Sanki devamlı çıkıştan daha da uzaklaşıyormuşuz gibi. En kötüsü ise asla geçmeyen o gözetlenme hissi. Yine de yemeğimiz ve suyumuz hala çok. Su artık rastladığımız tek güzel şey.

…Artık eminiz. Gözetleniyor ve takip ediliyoruz. Karanlıkta bir şeyler var. Artık ses çıkarmaktan çekinmiyorlar. Grubumuzdan 3 kişiyi kaybettik. Yine de cesaretimizi yitirmedik. Gün ışığını ve temiz havayı çok özledim.

…Geliyorlar. Çok kalabalıklar. Uzun süre savaştık, devamlı kaçıyoruz. Dinlenmek için çok geç. Çıkışa doğru gittiğimizi düşünüyoruz, hava gittikçe daha temiz hale geliyor. Çok kayıp verdik. Amaçları bizi öldürmek değil, bizi yemek. Ölü ya da diri.

Yazıt 1
Sadece yalnız olanları seçen bir güç varsa, o güç bu asanındır.

Yazıt 2
Bu asa ne kadar gitse de, kalır her zaman seninle.

Yazıt 3
Bilir bu asa her şeyin bir oyun olmadığını.

Yazıt 4
İnanır herkesin değiştiğine, değişmeyen tek şeyin yalnızlık olduğuna.

Başlangıç
Çürümüş yapısının içerisinde silinmiş, zorla okunan bir yazı var. Büyücülerin kullandığı yazılara benziyor. Kılıç görünüş olarak çürümüş dursa da oldukça sağlam hissettiriyor. Onu elde tutmak insana güvenden çok korku veriyor. Hissettiğim tek şey korku.

Haftalar sonra
Yakından bakınca kan kokusunu çok net alıyorum. Sanki bir ağacın suyu içtiği gibi kan içmiş. Çürümüşlük görünüşten fazlası değil. Ben öldürdükçe kan kokusu artıyor.

Aylar sonra
Kan onu daha da çürütüyor. Kanı emdikçe çürümüşlük artıyor. Fakat sağlamlığı aynı. Elimde tutarken bedenimdeki kanı istediğini hissediyorum. Sanki içimdeki kanı çekmek istiyor.

Gerçek
Bu kılıcı yapan zanaatkar öldürüldü. Onu çok iyi kılıçlar yaptığı için kıskanan başka bir zanaatkar tarafından. Bu öldürülmeden önce yaptığı son kılıçtır. Kılıç çok savaş gördü. Susuzluğu hiç bitmedi. Asla da bitmeyecek. O her zaman kan ister. Her zaman.

Başlangıç
Bu diyara ait değil bu kılıç. Başka türlü varlığına inanmak mümkün değil. Tarif edemiyorum. Etrafı soğutuyor fakat elime aldığımda soğuğu hissetmiyorum. Büyülü değil. Fakat anlamak mümkün de değil.

Haftalar sonra
Fısıldıyor. Artık fısıldıyor. Bana bir şeyler anlatmak istediğinden eminim. Sanki içerisinde sıkışmış birisi var gibi. Bazen beni korkutuyor. Bazen hüzünlendiriyor. Bazen umutlandırıyor. Fısıltılar çok derinden geliyor.

Aylar sonra
Son zamanlarda çok sinirli. Fısıltılar daha nadir fakat daha yüksek geliyor. Onu anlamam mümkün değil. Onu bırakınca çok üşüyorum. Artık daha fazla soğutuyor. Sanki her tarafı buz kaplamış gibi. Onu yanımda tutmaktan başka çarem yok.

Ele geçiriliş
Ben deliriyorum. Kılıç beni delirtiyor. Yaptığı şey bu. Onun gücünden vazgeçersem buradan kurtulamam. Onu bırakamıyorum. Bırakırsam çok soğuk. Yanımda taşımak zorundayım. Fısıltılar artık çok net. Dayanmak zorundayım. Karşıma çıkanları alt etmemin başka yolu yok. Yanımdaki herkes öldü. Bu kılıç olmasa çoktan ölmüştüm. Onu dinlemeyeceğim. Devam etmeliyim. Yürümeliyim.

Ona Ejder Alevi dediler. Üzerinde hiçbir yazı yok. Keskin, saf ve sert. İnsanın hissedebildiği güçlü bir enerjisi var. İki kısımdan oluşan bir yapıda. Kılıç, dans eden ustalar için uygun değil.

Derler ki herkes bu kılıcı bir kere de olsa eline almak istermiş. Bu kılıcı taşıyan komutanın ordusu savaş kaybetmezmiş.

Ejder Alevi dediler ona. Kılıcı yapanlar artık yok. Çok önceden yaşadılar. Hikayelerde kayboldular. Nasıl yaptılar, hangi amaç için yaptılar bunları asla öğrenemeyiz. Fakat bir gerçek var, herkesin bildiği; bu kılıç ejder alevinde yapıldı. Gerçek bir yaşayan ejderha alevinde.

Ejderha yakalanabilir mi? Yakalanamazsa bu kılıç nasıl yapıldı? İşte bu ve bu gibi sorular sayesinde anlatılır bu kılıcın hikayesi. Korku salar rakibine. Hatta dosta bile. Kim bilir, belki de iyiliktir bu kılıcın içindeki de.

İnsanın içini ısıtıyor. Elde tutmak neşe veriyor. Sanki mutluluk dolu. Çok keskin. Dışı pürüzsüz. Elde tutmak çok rahat değil. Fakat hafif. Çok hafif. Bu kadar hafif olmamalı.

Bu kılıcın ikinci sahibi bir hırsızdı. Basit ama büyük bir köyde yaşayan bir hırsız. Onu köye gelen bir yabancıdan çaldı. Kimselere söylemedi kılıcı nereden bulduğunu. Kılıcı çaldıktan kısa bir süre sonra evinde ölü bulundu. Kılıcını ise kimse bulamadı.

Kılıcın üçüncü sahibi bir Sisumdu. Sinsi bir Sisum. İçi kötülük, aklı fesatlık dolu. Sisumlar tarafından sevilmezdi. Adı Yorah’dı Kral tarafından sürüldü. Ormanlardaki çetelere katıldı. Kılıca sahip olduktan kısa bir süre sonra öldü. Kılıcını daha önce gören kimse tekrar görmedi.

Kılıcın dördüncü sahibi bir kraldı. Kötü bir kral. Kimse onu sevmedi. Halkına hiç iyi davranmaz, ölüm fermanı vermekten çekinmezdi. Kılıca sahip olduktan kısa bir süre sonra tahtında ölü bulundu. Kılıcı tekrar gören olmadı.

Bu kılıcın hikayesinin devamı ana hikayeden spoiler içerdiği için burada yer almamaktadır.

Seslerin anlamı nedir? Seslerin insan için anlamı nedir? Müzik her zaman kulağa hoş gelir mi? Bugün dinlenen, yarın yine dinlenebilir mi? İnsan çok hızlı değişir. Peki her değişiklik iyi midir?

Müzik, sözleri olmadan da dinlenir. Ancak, sözleri dinleyici için anlamsızsa, o şarkının değeri nedir? Buna karşın, sözler olmadan da her şarkı her zaman birilerine bir anlam ifade eder. Sözler daha keskindir ve ritmin ifade edebileceği anlamı sınırlar.

Bu yay kimindi? Sözlerden daha fazlası söylenebilir miydi?

Bu yayın attığı her ok ses kadar hızlıdır. Sesini duyduğun anda oku da hissedersin.

Korkusuz Kadın Savaşçı

Gözleri savaşın acımasızlığına şahit olmuş bir kadın vardı. O, yıllardır savaşlarda yer almış ve birçok zorlu mücadeleyi başarıyla tamamlamıştı. Ancak savaşların bittiği günlerde artık onun için hayatın bir anlamının kalmadığını fark etmişti. Savaşlarda uğruna savaştığı her şeyini kaybetmişti. Geriye sadece yayı ve kendisi kalmıştı.

Bu kadın, çok sonraları cesaret yayı olarak anılacak olan bu yayı kullanırdı. Cesaret yayı kullandığı kişiyi korkularından arındırsada, onların akıl sağlığını kaybetmesine engel olamazdı. İşte bu yayın sahibi, her şeyini kaybettikten sonra ne kadar korkusuz olursa olsun aklını kaçırmaktan kurtulamadı.

Kadın, yayıyla birlikte savaşın acımasızlığına karşı bir sembol olarak konuşulurdu. İnsanlar onun hikayesini duyduklarında, ona hayran kalırlardı. Bir süre sonra kadın da yayı da efsaneleşti.

Efsaneler der ki, bu yayı kim kullanırsa kullansın eninde sonunda delirecektir. Yayı eline alan kişiyse o korkusuzluğu bir kere tattıktan sonra bir daha bırakmak istemez.

Bu yay o kadar uzağa ok atabilirmiş ki, yayı kullanan kişinin hangi bölgede dolaştığı öğrenildiği zaman o bölgedekiler umutsuzluğa kapılırmış.

Bu yayın hikayelerini, gücünü ve menzilini duyanlar, her an göremedikleri bir yerden gelecek hızlı bir okun kendilerini öldürebileceği korkusuyla düşünemezlermiş.

Cesareti zayıf olanların ve hikayelere kolay inanan korkakların zihinsel sağlığını yavaş yavaş eritirmiş.
Bazı hikayeler anlatır ki, bu yayın hedeflerini sadece korkuyla delirterek etkisiz hale getirebildiği görülmüş.

Savaş… Ne için ölüyor bunca insan? Kimin için bu savaşlar? Ne için? Bir insanın kendi canından daha değerli ne olabilir? Bir insanı canını vermeye ne ikna edebilir? Başka insanlardan canları pahasına savaşmalarını isteyenler, kendileri neden savaşmaz, çocuklarını neden savaştırmaz?

Bir savaştan sağ çıkmak mı daha iyidir? Yoksa o savaşta ölmek mi? Bir insan kaç ölüm gördükten sonra yaşamak istemez? Bir insan kaç ölüme neden olduktan sonra yaşamaya devam edemez? Öldürme emri verenler kaç ölüm görmüştür?

Can almak. Can almaya mecbur bırakılmak. Canını kaybetmemek için başka bir canı almak zorunda olmak. Yaşamaya mecbur bırakıldığım hayatta kalmış zavallı ruhum.

Çıkar nedir? Ölmek istemem de bir çıkar mıdır? Peki bir insanın çıkarı ne zaman ölmek olur? İnsanın kendisi için iyilik yerine kötülük isteyebileceği, hatta bunu yapmaya mecbur kaldığı zamanlarda bir çıkar mıdır? Mecbur kalmak…

Ona cadı dendiğine bakmayın, aslında iyi niyetli bir büyücünün kolyesidir bu takı. Bölge halkını korkuttu bu cadı, ondan seslenildi ona bir kere cadı olarak, sonra oldu adı korkunç cadı. O istedi aslında insanları uzak tutmayı, yapardı iyilik için tehlikeli büyüler. Kimse öğrenemedi nasıl bir anda ortaya çıkıp bir anda kaybolduğunu. Herkes yalnızca korktu, bu kolye hala sahibini arar, içi iyilik dolu o korkunç cadıyı.

Bu kolyenin Valenium ile yapıldığı düşünülmektedir. İnsanın aklını kaybetmesine neden olduğu söylentiler arasındadır. İşin aslı kolye sinsi Sisumlar tarafından yapılmıştır. Valenium var mı yok mu anlamak mümkün değildir. Ancak kolyeyi yapanlar bunu söyleyebilir. Sisumlar kolyenin başka ırklar tarafından takıldığında gücünün düşmesini istemişlerdir. Bu yüzden kolye Sisumlar dışında kimse tarafından değer görmez.

Herkes hata yapar. Fakat her hata affedilmez. Yalancıya güven olmaz, her şey değişir. Anıların iyi olanları da kötü olanları da insanı her zaman hüzünlendirir. Zamanın olup olmadığını öncellikler belirler. Yaşam, insanın hem laneti hem servetidir.

Güven bir kere kaybolursa asla tam olarak geri kazanılmaz. Akıllı olan iki kere aldanmaz. Âşık olanın gözü kördür. Fakat kör olmak değildir sorun olan, bir yalancıya aşık olmaktır her zaman. İşte bu küpe bir yalancıya ikinci kez kanmaması gerektiğini hatırlatır insana. Sezerse bir yalan, fısıldar takanın kulağına.

Bunu yapan büyücü, bu küpeleri yaparken öldürdüklerinin küllerini kullanmıştır. Siyah ve mat bir metal gibi gözükürler. Fakat dokunulduğunda etrafı pis bir koku sarar. Ölüm, korkulması gereken bir şey midir?

Bu küpeler, eşsiz bir ametist kristalinden oyulmuştur. Her küpe, tek bir kristalden ikiye bölünmüş gibi görünür fakat birbirinin aynısıdır. Üzerlerinde karmaşık, birbirine geçmiş ruhani semboller kazılıdır ve hafif bir mor ışıltı yayarlar.

Bir Ejderha öldürmek insanlar arasında büyük saygınlık ve prestij sağlar. Diğer yandan Sisumlar tarafından ise büyük kin ve düşmanlık ile sonuçlanır. Sisumlar Ejderha avlanarak yapılmış takıları ve kıyafetleri giymezler. Giyenlere ise acımazlar. Bu yüzüğün 500 yıldan daha eski olduğu düşünülmektedir.

Bir canlıya zavallı demek için ne gerekir? Tüm sevdiklerini kaybetmesi yeterli midir? Yoksa yalanlarca kandırılmış olması mı lazımdır? Peki ya tüm eşyalarını kaybetmiş bir gezginde zavallı mıdır? Bu yüzüğün içine işlenmiş birçok büyü vardır. Büyüler, içlerinde yüzüğü takanların acı hikayelerini barındırır. Kolye kendi kendisini büyüleme özelliğine sahiptir.

Kimilerinin mutsuzluk nedeni, kimilerinin hayalidir. Bilmez insan elindekinin değerini. Unutamaz geçmişi, yıkar bazı depremler ruhu. Sorar sonra insan kendisine; mutluluk nedir? Kim verebilir böyle bir sorunun cevabını? Sorular delirtir bazen insanı. Bu yüzükte aitti bir deliye. Kimine göre aitti en zekiye.

Bu muhafızların tek bir amacı vardır: Korumak. Kötülüğün tekrar gün yüzüne çıkmasını engellemek. Açılmaması gerekenin açılması durumunda karşılaşılacak son savunmadır bu muhafızlar. Derler ki eğer geçilirse bu muhafızlar; “gelecek krallığın sonu. Güneş doğmayacak. Kötülük, serbest kalacak tekrar hapsedilene kadar.”

Çok uzun zaman önce güçlü bir krallık büyük bir savaş sonrası kuşatma altına alınmıştı. Tarih o krallığı hep kötü anlattır. Kimseler bahsetmez. O yüzden günümüze kadar çok az bilgi aktarılmıştır. Günümüzde yaşayan neredeyse kimse böyle bir krallıktan haberdar değildir.

Kral savaşta ölür. Kraliçe ise çok güçlü bir büyücüdür. Düşmanlar saraya kadar gelir. Her yerin yandığı ve sadece ölümün olduğu bu kuşatmadan tek bir insan bile kurtulamaz. Bir kişi hariç. Öleceğini anlayan ve kaçacak hiçbir yerinin olmadığını bilen kraliçe İsolde.

İsolde taht odasını mühürler. Bütün taht odasını kendisiyle beraber taşır. Taht odası saraydan büyük bir yıkımla tozlar içerisinde yok olur. Kimseler Kraliçeyi bir daha bulamaz.

Yaşadıkları süre boyunca sadece kan dökmüş olan bu acımasız kral ve kraliçe sonunda yenilmiştir. Krallıkta yaşayan herkes işgal sırasında acımasızca öldürülür. Kin ve nefretin böylesine yüksek olduğu bir yıkım bir daha görülmez. Bunca kin nasıl oldu, neden oldu, bu bilgiler ve detaylar bu kağıtlara sığamayacak kadar uzun.

Kraliçe kendisini hapsettikten sonra orada büyük bedeller karşılığında kendisini ölümsüz yapar. Bulunduğu taht odasından kurtulmayı asla bulamaz. Fakat büyü güçleri olan kişilerin taht odasına gelmesini sağlamanın bir yolu vardır. Kraliçenin artık tek eğlencesi, kandırıp yanına çektiği büyücülerdir.

Bahsedilen ölümsüzlüğün detaylarını da hiç kimse bilmez. Belki de sadece insanlar onun yaşadığına inanmak istemiştir.

Yaşayan mantarlar, yalnız yaşayan cadıların bölgeye diğer canlıların girmesini engellemek amacıyla yaptığı bir kötülük. Cadılar bunu nasıl yapıyor, orasını bilmek mümkün değil. İşin içinde Valenium var mı, yoksa sadece büyü mü, ancak cadılar bilebilir. Sorun şudur ki, bu mantarlar o bölgede yüz yıllarca kalırlar. Yeni mantar yetiştikçe büyülü mantarlar da ortaya çıkar. Büyüyü yapan cadı yaşadığı yeri terk etse bile yüz yılarca bu mantarlar orada görülür.